
nsanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte ortaya çıkan bir arada yaşama, beraber hareket etme olgusu, hem sürekliliği sağlamak hem de başarıya ulaşmak amacıyla düzen arayışını da beraberinde getirmiştir. Kişilerin oluşturduğu toplumdaki düzeni sağlamak için bireylerin ihtiyaçlarını, isteklerini, ilişkilerini ve haklarını düzenleyen kurallara, yasalara ve bunları uygulayacak kurumlar üstü bir kurama gereksinim olmuştur. Çünkü hem özgürlüklerin teminatı, hem de toplumsal adaletin ve iradenin ürünü olacak bu düzeni tamamen kişilerin vicdanına bırakmak yerine; ilke kural ve kanunlarla zorlama ve yaptırım gücü olan bir aygıt ile tesis etmek kaçınılmazdır. Bu ihtiyacı gidermek için temel gayesi; sosyal düzenin, adaletin, toplumun iyiliğinin sağlanması olan, belli bir toprak parçası üzerinde yerleşmiş bir insan topluluğuna dayanan ve bu topraklar üzerinde bulunan her şey üzerinde nihai meşru kontrole sahip bir organizasyon olarak “devlet” mekanizması doğmuştur.
Devlet mekanizmasının şekillenmeye başlaması ile birlikte bu aygıtı elde tutma veya yönetme kaygıları yönetim biçimlerinin doğuşunu beraberinde getirmiştir. Kendi kendine yetebilme, korunma ve kollanma gibi basit gayelerle ortaya çıkan ve tek kişi hâkimiyetine dayanan bütün yönetim biçimlerinin ilk evresi olarak beylik sistemi ile başlayan yönetim arayışları; toplumların gelir, eğitim seviyesi, felsefi derinlik, toprak ve ulus olarak gelişmelerine bağlı olarak, halkın yönetime katıldığı ve kendi kendisini yönettiği, demokrasinin hâkim olduğu yönetim biçimlerini ortaya çıkarmıştır. Zamanın ilerlemesi ile görevinde yetkin ve liyakat sahibi kişilerin yönetime gelmesi ihtiyacına istinaden tepeden tırnağa yetişmiş, becerikli ve donanımlı kişilerin devlet kademelerinde görev alması hedefi ile “meritokrasi” doğmuştur.
Günümüz dünyasında bireyin vicdanı ve aklından ziyade; kanunların, kuralların, ilkelerin belirli olduğu, işleyişin ve uygulama içindeki aksayan yönlerinin aşama aşama giderildiği, sistem ile kökten değişikliklerin yerine, bireylerin ve devletin işleyişine göre yasaların, kişiler için değil toplum ve teşkilatlar için çıkarıldığı; seçme ve atama kriterlerinin şeffaf ve sorgulanabilir olduğu, kişilerin ya da yönetim erkini elinde bulunduranların değiştirmek ya da delmek için çalışmadığı, “meritokratik demokrasi” yani “liyakatli çoğulculuk” anlayışı, gelişmiş ve rüştünü bütün dünyaya ispat etmiş devletlerde tercih edilmektedir. Bu sistemin kurulabilmesi için bireysel ve toplumsal bakış açısının eğitilmesi, kişinin veya zümrenin adamı olma yerine; devletin ve hizmetinde olduğu toplumun yüce menfaatlerini koruma mantığının yerleştirilmesi gerekmektedir.
Devlet aygıtını yönetme üzerine kurulan hükmetme, demokrasiyi benimsemiş toplumlarda siyasetle gerçekleşen bir durum olmasına rağmen zaman zaman, ekseriyetle gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde çeşitli fiili durumlarla da meydana gelmektedir. Ülkemizde de demokratik seçim ve yönetim şekli,utanç verici bir şekilde,silahlı kuvvetlerimizin; elindeki güce dayanarak zor kullanma yolu ile hükümetlerin ekonomik, sosyal ve anarşik problemleri çözememesini gerekçe göstererek askeri darbe yoluyla zaman zaman kesintiye uğramamıştır. 1913 Bab-ı Ali Baskını, 27 Mayıs 1960 İhtilali, 22 Şubat 1962 Ayaklanması (Talat Aydemir Cuntası), 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi, 28 Şubat, 27 Nisan e-Muhtırası ve 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ise ülkemiz tarihinde yönetimin çeşitli ara formüllerle şekillendirilmesi ya da değiştirilmesi için uygulanmış müdahaleler başlığı ile tarihimizde bir leke olarak yer alacaktır.
Her türlü darbe girişimlerinin insan onuruna yakışmamasının yanında, en son yaşadığımız 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi, gördüğümüz ve yaşadığımız en alçak müdahale olarak milletimiz tarafından tescillenmiştir. 15 Temmuz akşamı saat 22.00 sularında İstanbul’daki boğaz köprülerinin askerler tarafından kapatılmasıyla patlak veren olayda, Başkent Ankara’da F-16 uçaklarının alçak uçuşları ve helikopter seslerinin duyulmasıyla gerilim arttı. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok şehirde tanklar sokaklara indi. Halk ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bir kısmı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, 1. Ordu komutanı ve siyasi parti liderlerinin çağrısı ile demokrasiden yana tavır sergileyerek, ordu içindeki cuntanın yapmış olduğu bu kalkışmaya karşı durarak demokrasiden yana tavır koydu. Bu çağrılara uyarak meydanlara akın etmeye başladı. Bazı vatandaşlar tankların önünü kesti ve durdurulan tankların üzerine çıktı. Asker, polis ve sivil halk arasında yaşanan bu gerilim ve demokrasi mücadelesi, “halkın sesinin Hakk’ın sesi” olduğunu ispat eder gibi halkın egemenliği ile sonuçlandı. Asker, polis, halk, siyasetçiler, esnaf, sivil toplum kuruluşları ve sendikalar… kısaca bütün Türk milleti ayrılıkları bırakarak; vatan, bayrak, devlet ve demokrasi ortaklıklarında buluştuk. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” ilkesi ile vatanın bölünmez bütünlüğü ve millî çıkarlarımız için bir araya gelerek 15 Temmuz ruhu ile egemenliğimize dört elle sarıldık. 241 demokrasi şehidimiz ve yüzlerce hatta binlerle ifade edilen demokrasi gazisi ile millet olarak birinci sınıf ve kesintisiz demokrasi isteğimizi bütün platformlarda dile getirdik. Ülkemizde iktidarı değiştirmenin tek yolunun ancak seçim olduğunu ve seçilmiş iktidara, halkın tercihine saygı gösterilmesi gerektiğini bütün dünyaya haykırdık.
Bütün bu sürecin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk halkı tarafından yeni bir ruh ile sıkı sıkıya kucaklaşmasını sağlaması bakımından ayrı bir önemi de bulunmaktadır. Bununla birlikte demokrasi mitinglerinde birbirinden farklı siyasi bakış ve dünya görüşüne sahip yüz binlerin aynı mesajı dünyaya haykırması Türk halkının kesintisiz demokrasiyi nasıl içselleştirdiğinin en bariz göstergesi olarak tarih sahnesine altın harflerle not edilmiştir.
Türkiye Kamu-Sen olarak, daha önceki darbe girişimlerinde olduğu gibi, darbenin ilk anından itibaren kesintisiz demokrasinin yanında yer aldığımızı, bu alçak kalkışmanın Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine yakışmadığını, böyle bir kalkışmaya katılanların bu yanlıştan bir an evvel dönmeleri gerektiğini dile getirdik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve bütün kurumlarına kast eden kalkışmanın, hem içte hem de dışta yer alan düşmanlarımız tarafından birlikte tezgahlandığını dile getirerek, bulunduğumuz coğrafyada oynanan oyunları görerek ülkemizin kendi iç sorunları ve mücadeleleri ile baş başa bırakılarak oyun dışına itilmeye çalışıldığını, yapmış olduğumuz basın açıklamaları ve görüşmeler ile bütün platformlarda dile getirdik.
Bu darbe kalkışması ile Türkiye çok büyük bir uçurumun eşiğine getirilmiş ve ardından da bu uçurumdan yuvarlanarak parçalanması istenmiştir. 15 Temmuz günü yaşanan ve Türk tarihine kara bir leke olarak geçen olağanüstü durum üzerine, Türk devleti olağanüstü tedbirler alma ihtiyacı hissetmiştir. Devletin koruma refleksi devreye girmiş kamu kurum ve kuruluşlarında yoğun bir görevden alma süreci başlatılmıştır. Görevi ve siyasi düşüncesi ne olursa olsun Anayasa ile oluşturulan hür demokratik düzeni ortadan kaldırmaya; millet iradesini yok ederek ve zor kullanarak ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışan darbecilerin en ağır şekilde cezalandırılması şüphesiz en büyük temennimizdir. Ancak aynı zamanda suçluların ortaya çıkarılması ve gereken cezaya çarptırılması sürecinde, kamu düzeninin eksiksiz tesis edilebilmesi için adaletli ve şeffaf davranmak devlet olarak asli görevimiz olmalıdır. Aksi takdirde bu kalkışmayı yapanların değirmenine su taşınmakta onların kurmuş olduğu oyunlar ile devlet içten içe çökertilme tehlikesi ile baş başa bırakılmaktadır.
Bütün kamu kurumalarında sonucu henüz kestirilemeyen ve nereye varacağı tam belli olmayan ve dalga dalga süren görevden alma ve ihraçlar yaşanmaktadır. Burada en büyük sorun, kişilerin ne ile suçlandığını bilmeden matbu bir yazı ile açığa alınması; savunma hakkı verilmeden ihraç edilmesidir. İdam mahkumuna bile son sözünün sorulduğu günümüzde, kendisine isnat edilen suçlamayı bilmeden ve savunma yapmasına müsaade edilmesine imkan verilmeyen bu durum, kamu görevlileri arasında büyük bir tedirginliğe ve korkuya yol açmaktadır. Bu noktada gerçekleştirilen uygulamaların demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi ve mesnetsiz iddialara, asılsız bilgi ve belgelere dayalı olarak görevden uzaklaştırma ve ihraç işlemi gerçekleştirilmemesi çalışma barışının korunması, milli birlik ve beraberliğimizin sürdürülmesi adına son derece önemlidir.
15 Temmuz başarısız darbe girişimi ardından kamudaki görevden alma ve ihraçlar ile ilgili kamu çalışanlarının fikirlerini almak ve ilgili yerlere aktarabilmek adına bir anket yapmıştık. Anket kamuda görev yapan memurların OHAL sürecinde alınan önlemlerden nasıl etkilendiğini ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır. Ankete katılan 7 bin 254 kamu görevlisinin yüzde 92,4’ü bu uygulamalardan olumsuz yönde etkilendiğine, yüzde 85.9’u, üzerindeki baskı nedeniyle performanslarının düştüğüne inanıyor. Deneklerin yüzde 81.6’sı ise ‘Böyle giderse bir gün sıra bana da gelecek endişesi yaşıyor. İşin ilginç tarafı ise ankete katılanların yüzde 54’ü bu süreç nedeniyle ya işten ayrılmayı veya emekli olmayı düşünüyor. Yaptığımız çalışmalarda, görevden almaların adil bir şekilde gerçekleştiğine inananların oranı sadece yüzde 2.4 olarak gözükmektedir. Bu anket sonucu iyi yorumlanmalıdır. Böyle giderse bir gün bana da sıra gelecek diyen ve bu işlerle ilgisinin olmadığını belirten kişilerin çok olması ve iş ve işlemlerin adaletli olduğuna inananların çok az olması adaletin ve şeffaflığın ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Valiliklerde ve Başbakanlıkda kurulan itiraz masalarının ve soruşturma komisyonlarının adaletli çalışması devlet ve millet olarak vermemiz gereken en önemli sınav olarak karşımızda durmaktadır. Hoca Ahmet Yesevi’nin dediği gibi; “Adaletin olmadığı yerde diken dahi bitmez..!” Soruşturmaların, toplumsal barış ve hukuka olan güvenin korunabilmesi için adaletli ve şeffaf olarak yürütülmesi büyük önem taşımaktadır.
Türk milleti 15 Temmuz günü tarihi bir sınavı başarıyla vermiş ve iradesine karşı girişilen silahlı saldırıyı, feraseti ve cesareti ile bertaraf etmiştir. Kuşkusuz ki bu başarıda, görevlerini layıkıyla yerine getiren, her türlü olumsuz koşula rağmen kamu hizmetlerini sürdürerek devlet mekanizmasının işlemesine ve ülkenin bir kaos ortamına sürüklenmesine engel olan kamu görevlilerimizin payı büyüktür. Bu kapsamda, yaşadığımız bu ağır travma sürecinde, böylesine önemli bir rol üstlenmiş bir kesimin geniş bir bölümünün darbe taraftarı, terör örgütü üyesi gibi algılanmasına sebep olacak bir muameleye tabi tutulmaması gerekmektedir.
Uzunca bir süreden beri kamu görevlilerinin iş güvencelerinin kaldırılmasına yönelik bir takım çalışmalar yapıldığı hepimizin malumudur. Bu alçak darbe girişiminin ve buna bağlı olarak yaşanan görevden almaların, memurların iş güvencelerinin kaldırılması için bir gerekçe olarak ortaya konulmaması; hukuk sisteminin, adil ve tarafsız bir şekilde işletilerek darbeye karışan kişilerin cezalandırılması, ilgisi bulunmayan kamu görevlilerinin ise bir an önce görevlerinin başına dönmesinin sağlanması, kamu düzeninin verimi ve kamu görevlilerinin yaşadığı tedirginliğin giderilmesi bakımından hayati bir adım olacaktır. Bu süreci ve OHAL’in verdiği yetkileri kamu görevlilerinin iş güvencesini kaldırmak ve darbe girişimini onları mağdur etmek için bir sebep olarak sunanlara, yüz bin civarında kamu görevlisinin bu süreçte görevden alma ve ihraçlara maruz kalmasına karşın kaç tane milletvekilinin bu uygulamaya tabi tutulduğunu sormadan geçemeyeceğim. Kanunlar yasalar açıktır. her türlü yasa dışı işe bulaşan memuru işten atmak son derece basittir. Ama sıkıntılı ve suça bulaşmış insanların varlığını bahane ederek kamu çalışanlarının tamamının özlük haklarını yok etmek son derece yanlıştır. Aynı şekilde KPSS ile öğretmen ve memur alımının kaldırılması, onun yerine mülakatın getirilmesi de yanlıştır. Bunun yerine şeffaf sınav ile memur alımının yapılması, devlet güvenliği için de kişiler ile ilgili güvenlik soruşturmasının yapılması etkili bir tedbir olarak düşünülebilir. Böylece ülkemiz ve devletimiz için sıkıntılı işlere bulaşmış, kişiler ve gruplara iradesini ipotek etmiş, terör örgütlerine üye olmuş kişilerin kamuda istihdam edilmesi önlenebilecektir.
Devletimize ve milli kimliğimize kast eden 15 Temmuz darbe girişimi gibi alçak ve menfur girişimler ile bir daha karşılaşmamak için yapmamız gereken en büyük işlerden birisi, liyakatin ve adaletin tepeden tırnağa bütün topluma ve bütün devlet mekanizmalarına yayılması gerekmektedir. Eğer bunu beceremezsek bir dahaki seferde uçurumun eşiğinden dönmemiz mümkün görülmemektedir. Öldürmeyen acının güçlendirmesi gibi, devletimizi yıkmayı başaramayan bu girişimin, millet ve devlet olarak kenetlenmemize vesile olmasını temenni ediyorum. Allah milletimize bir daha böyle sıkıntılı günler göstermesin.
Bu süreçte yapmış olduğumuz sendikal faaliyetler ile diğer sendikalar karşısında ön alarak “soruşturmaları sulandırma” iftirasına maruz kalma pahasına, kamu çalışanlarının gerçek dostunun kim olduğunu, vefanın kimde olduğunu bir kez daha gösteren Türk Eğitim-Sen ve Türkiye Kamu-Sen teşkilatlarına teşekkür ediyorum. Bütün olan biten ile ilgili her zaman söylediğimiz gibi sadece adaleti ve şeffaflığı istediğimiz; bir kez daha bu vesileyle dile getiriyor, saygılarımı sunuyorum.

